|
YUMURTA /BASINDAN
Türk sinemasının en iyi örneklerinden birisini bu yılki
Cannes Film Festivali'nde "Yönetmenlerin 15 Günü" bölümünde izlemek
mümkündü; Semih Kaplanoğlu'nun üçüncü uzun metraj filmi "Yumurta".
Kaplanoğlu'nun bir önceki filmi "Meleğin Düşüşü" de Berlin Film
Festivali'nde gösterilmişti. "Yumurta"nın Cannes'da bu bölüme kabul edilmesi
hem yönetmen, hem de seçki açısından sevindirici ama insan bu kadar iyi bir
filmin neden ana yarışmada yer almadığını kendisine sormadan edemiyor.
Günümüz Türk sinemasının en çok tanınan yönetmeni Nuri Bilge Ceylan
olabilir, ancak kanımca "Yumurta" Ceylan'ın geçen yıl Cannes'da yarışan
filmi "İklimler"i geçtiği gibi, Kaplanoğlu zamandaş bu iki yönetmenden daha
ilginç ve daha dikkate değer olanı. "Yumurta" kronolojik olarak son halkası
olduğu üçlemenin ilk filmi. Üçlemedeki diğer filmler "Süt" ve "Bal" adını
taşıyacaklar ve "Yumurta"nın başkahramanı Yusuf'u 18 yaşında bir delikanlı
ve bir çocuk olarak karşımıza getirecekler. Yusuf "Yumurta"da hayallerini
tam olarak gerçekleştirememiş, artık pek genç sayılamayacak şehirli bir
entelektüel. Bir kitabevinin sahibi ve yakın zamanda bir şiir kitabı
yayımlanmış. Annesinin ölümü ertesindeyse birkaç günlüğüne memleketine,
taşraya geri dönüyor. Ceylan veya Zeki Demirkubuz'un filmlerinden tanıdık
olduğumuz, son dönem Türk sinemasının bildik motifleri burada da varlar.
Fakat olay örgüsü ağlamaklı olmaktan uzak, soğukkanlı, ilerici, hatta yer
yer ironik bir şekilde gelişiyor. Yusuf bu kısa ziyareti esnasında ikinci
göbekten kuzeni Ayla ile tanışıyor. Memleketini terk etmek ve üniversiteye
gitmek Ayla'nın en büyük hayali. Yusuf ve Ayla bu birkaç günü beraber
geçiriyor, komşu bir köye gidiyor, bazı akrabalarını ziyaret ediyorlar.
Sonundaysa bir çift oluyorlar. "Yumurta" seyirciyi çabucak şiirsel bir
atmosfere çekiyor. Kaplanoğlu nadiren başarılan bir şeyin ustalıkla
üstesinden geliyor, ufak imaların yardımıyla, resimler aracılığıyla her şeyi
anlatıyor. Esasen daha ilk karşılaşmalarında Yusuf ve Ayla'nın birbirleri
için uygun olduklarını hissediyoruz, ancak finale kadar iki karakter
arasındaki ilişki belirsiz kalıyor, ki Ayla'nın Yusuf'a kümesten bir yumurta
getirdiği son sahnenin de yoruma açık olduğu söylemek gerek. Film boyunca
müthiş bir görüntü yönetimi çalışması son derece uyum içerisinde resimler
yakalıyor, zamanın akışını unutup sonsuzluğa odaklanmamızı sağlıyor. Evet,
"Yumurta" bir bakıma bir "doğaya dönüş" filmi, ancak baştan sona belirli bir
muğlaklığı koruyan, asla özenti veya kaderci durmayan cinsinden. Film bu
özellikleriyle André Téchiné'yi veya Jean Renoir'ı hatırlatıyor. Hatta kimi
sahnelerde Renoir'ın "Nehir"ine gönderme yapıldığını düşünmek bile mümkün.
Resimlere methiye düzmeyi tercih ediyorsanız şöyle de diyebiliriz, eğer
Ceylan Türk sinemasının Angelopoulos'u ise, Kaplanoğlu da Renoir'ı. |