News
Synopsis
Storyboard
Trailer
Director
Credits
Technical Info
Uluslararası Satış
Press
Photographs
Vizyon
Awards

SÜT /BASINDAN


ATİLLA DORSAY – SABAH - 02.01.2009

Dâhiyane bir film üzerine eskiz

Süt gerçekten de şaşırtıcı bir film. Hem itici ve soğuk, hem deha pırıltılarıyla bezeli, Kaplanoğlu'nun önceki filmlerinden belki daha 'zor', ama yine belki çıtayı daha yükseklere çıkaran bir film.

Onu artık kesin olarak bir 'auteur', bir yaratıcı sinemacı, bir sanatçı kıvamına ve düzeyine yükselten...

Yumurta'nın kahramanı Yusuf'un ilk gençlik yıllarını anlatan bu film, birçok açıdan sürprizlerle dolu.

Sineması daha kapalı, daha kişisel. Ama aynı zamanda, belki çılgınlık düzeyinde bir sinemasal araştırma tadı içeren bir film. O ünlü ve amiyane deyimle 'film gibi film' arayanlar, aradıklarını katiyen bulamayacaklar, haberleri olsun. Ama, çağdaş sinemayı yalnızca bir cumartesi eğlencesi değil de majör, önemli, özgür ve görkemli bir sanat alanı sayan ve bu alanda yepyeni zihinsel ve estetik jimnastiklere açık olanlar bayılacak.

Film, Tire kasabasında yaşayan ve sütçülük ve tezgahtarlıkla geçinen Yusuf ve annesinin hemen hiç konuşma, dolayısıyla iletişim içermeyen hayatlarına odaklanıyor. Çeşitli yan karakterler var: Yusuf'un şiirlerini gösterip akıl danıştığı alkolik edebiyat hocası, madende çalışan ve bir araya gelince şiir merakını paylaşan arkadaşı, bir lastik değiştirme esnasında tanıştığı anneyle gizlikapaklı bir ilişki kuran orta yaşlı adam, birkaç komşu, birkaç kısa süreli raslantı... Bunlardan birinin, Yusuf'un askerlik muayenesi için gittiği İzmir'de karşılaşıp randevulaştığı (ama bu randevuya gitmediği) bir genç kız, perdede ise Saadet Işıl Aksoy olması ayrı bir şaşkınlık nedeni: Aksoy, Yumurta'da ileri yaştaki Yusuf'un yıllar sonra kasabaya geri döndüğünde karşılaştığı kadın değil miydi? Yoksa yönetmen, insan, hayatı boyunca hep aynı kadına âşık olur mu demek istiyor? Tüm Kaplanoğlu filmleri gibi varoluşçu sayılabilecek film, daha çok küçük anlara, minik raslantılara, olay parçacıklarına dayalı... Hemen her şey anlatılmaktan çok sezdiriliyor, ima ediliyor. Örneğin Yusuf, annesinin yabancı bir adamla ilişkisini hep küçücük şeylerden bulup çıkarıyor, açıkça hiçbir şey görmüyor. Elbette biz de öyle... Kaplanoğlu imaların, inceliklerin, nüansların adamı. Onda kaba, kesin çizgili, belirli hiçbir şey yok.

Bu resim değil bir minyatür sanatı, roman değil şiir, akıl değil duygu işi. (Filmin içerdiği sayısız dinsel ve felsefi simge üzerine daha çok bilgilenmek için, SİNEMA dergisinin ocak sayısında Engin Ertan'ın yönetmenle yaptığı söyleşiyi okuyun).

Kaplanoğlu genelgeçer seyirciyi hayli zorluyor. Hatta belki Meleğin Düşüşü'nden de çok...

Örneğin tamamen karanlık saniyeler geçiyor, ya da fonda flu olarak saptanan bir duvar, öndeki iki kahramanın görüntüden çıkmasından sonra yine saniyeler boyu flu olarak gösterilmeye devam ediyor, vs.

Yönetmen sanki seyircisini sıkı bir sinemaseverlik sınavına sokuyor. Sınavı geçemeyenler, onun için önemli değil. Seyircim az olsun, ama iyi olsun dediğini duyar gibi oluyorsunuz!..

Buna karşılık, işte o seyirci için kimi görkemli sinema anları var. Baştaki yılan çıkarma sahnesi, evde 'ihaneti keşif' sahneleri, finale doğru av-avcı bölümü, gölde dev balığı yakalama sahnesi. Ve madende geçen final. O cılız ışıkların kullanılışı, kameranın bir ara madenci başlığının önündeki parlak ışığa gelip saplanması ve uzun süre ona takılıp kalması... Sonra, yeniden bir genel plana, yani madene ve bir anlamda hayata dönüş. Tek sözcükle, dahiyane.

İşte böyle bir film Süt. Dediğim gibi, klasik bir eleştiri yapamadım, konusunu anlatamadım. Size daha çok filmin bendeki temel izlenimlerini yazdım. Bu bir tür eskiz oldu, has sinemaseverin üzerinde çalışıp kendi görüşleriyle tamamlayabileceği... Benim yazım bu zor filme bir tür 'giriş' olabildiyse, mutlu olurum.


Copyright Kaplan Film Production © 2009