Esin Küçüktepepınar - Sabah - 02.01.2009
"Süt'ten kesilememek"
Semih Kaplanoğlu'nun Süt filmi, çocuk masumiyeti ve 'ana besin damarı' anne ile göbek bağının koparılmaması üzerine bir çalışma.....
Süt'ün açılış bölümünde derinden sarsılacaksınız! Lakin bu görüntüleri sadece göründüğü manada değerlendirmek de olmaz. Ağaca tepetaklak asılmış genç kızın, yani Tülin Özen'in ağzından çıkartılan yılan, içe kaçmış kötülükten arındırma, bir şeytan çıkarma ayini, nefse yenik düşmeme vb. olarak yorumlabilir en basitinden. Oysa bu ayinin biraz öncesindeki ip, ağaç, ateş gibi imgeler algımızı yanıltıyor. Bu bir infaz mı?
Aksine hayırlara vesile olsun! Zaten yılan, şeytan her yerde. Ah bizim bu kadınla, anneyle koparamadığımız göbek bağımız, sütten kerhen kesildiğimiz, ödipal açmazlarımız.
Süt malum, Semih Kaplanoğlu'nun geçen yıl adından çokça söz ettiren, bol ödüllü Yumurta ile başladığı Yusuf Üçlemesi'nin ikinci filmi. Yumurta'da annesinin cenazesi vesilesiyle yıllar sonra bir nevi kerhen döndüğü kasabasında anılarıyla ve dolayısıyla arada bilinçaltıyla da yüzleşmek durumunda kalan yenik şairimiz Yusuf'un öyküsüne bu kez daha vakıf olabilmek için, öncesine yani delikanlılık dönemine dönüyoruz.
Adının ilk anda çağrıştırdığı manalarla pek güzel örtüşen Süt, çocuk masumiyetinin, ana besin damarının neticede anneyle olan göbek bağının koparılamaması üzerine bir şeyler söylüyor.
Üniversite sınavlarında başarılı olamadığı için kasabadan çıkamayan bu ince ruhlu, şair hevesli gencin, 'baba' yokluğunda, anneyle birlikte bir yaşam gütme çabası var ortada. Bir yanda kendi odasında, daktilosuna döktürdüğü şiirleriyle kendine bir yaşam alanı açmış.
Diğer yanda annesiyle birlikte geçim kaynağı olan süt ve sütten ürettikleri peyniri pazarda satmanın fani kaygısı var. Nasıl ki bu, acımasız modern (maddiyatçı!) âlemde küçük hesaplarla hayatı döndürme kahrına denk geliyorsa şiir yazmak da hayatı etrafında dolanarak fethetme niyetine denk geliyor. Yani zor iş!
Çoğu izleyici, anne sütünden kerhen kesilmenin yıkıcı etkisini zaten görecektir. Hatta daha fazlasını ve hatta yönetmenin düşünmek istemediğim kadar kadın üzerine yükleyerek; eve ekmek getirmenin derdinde şiir yazmanın sorumsuz/ nafile uğraşından, gece yarısında susmayan daktilo gürültüsünden, zorla kazanılan paranın bir çift ayakkabıya havaice harcanmasında, sonunda bir dergide yayınlanan şiirin başarısını müstakbel bir gelin adayına maletmesi filan düşünülünce, filmdeki annenin erkek çocuğu üzerindeki iğdiş edici etkisi, gayet ortada.
Yusuf'un travması anne, yani kadın kaynaklı. Dul kadının, kadınlığını başka bir erkekte bulması, oğlunu devreden çıkarıp şehvete boyun eğmesinde. Yani sorun filmin mistik manalarında değil. Bilakis, doğrudan sembollerle ilgili olmasında.
Süt'ün yansıması sanki karakterin sara hastalığı misali sanrısal bir izlek taşıyor. Buna ister zamana geri dönüşle, hatırata bakış diyelim, ister bir düş ya da kâbus. Ama düşlerde kullanılan dil sembolik değil midir peki?
|