JANET BARIŞ - Taraf Gazetesi - 02.01.2009
Çürümenin eşiğinde büyümek
Süt, Semih Kaplanoğlu'nun Yumurta ile başlayan üçlemesinin ikinci filmi. Önce gençliğini izlediğimiz Yusuf, filmde 18 yaşında süt satan bir yeni yetme
Türk sinemasında kasabanın, ağır ritmin önem kazandığı, sonsuz görüntülerle uzayıp giden filmlerin sayısı giderek artıyor. Her yönetmenin kendine özgü bir derdi var ve kamerasıyla gezintiye çıktığı coğrafyada bunu açımlarken sinemasının rengini de belli ediyor. Semih Kaplanoğlu ilk filmi Herkes Kendi Evinde'nin ardından içe dönük, karanlık diye adlandırabileceğimiz Meleğin Düşüşü filmiyle ritmi daha düşük bir yapıma imza atmıştı.
Ardından yaptığı Yumurta içerik olarak farklı olsa da biçimsel anlamda yaklaşıyordu Meleğin Düşüşü'ne. Bu hafta vizyona giren Süt, Kaplanoğlu'nun Yumurta ile başlayan üçlemesinin ikinci adımı. Ortaya çıkan üçleme kronolojik bir sıra izlemiyor. Yumurta'da gençliğini gördüğümüz Yusuf, Süt'de 18 yaşında bir çocuk olarak çıkıyor karşımıza. Zamanda geriye doğru gittikçe de hikâye derinleşiyor.
18 yaşındaki Yusuf kasabada annesiyle birlikte süt satarak sürdürüyor hayatını. Üniversiteyi kazanamamış, geleceğiyle ilgili bildiği tek şey yazdığı şiirler, sıkışmışlık ile var oluş arasında gidip gelirken, Marcel Proust'un romanı gibi kayıp bir zamanın izinde dolaşıp durarak nasıl büyümesi gerektiğini bulmaya çalışıyor. Yusuf ile annesi arasındaki ilişki, o yaşlardaki her çocuğun yaşayabileceği türden. Babasız kalmanın verdiği çaresizlik bir yana annenin üzerinde yarattığı sorumluluk duygusu da üst üste biniyor. Çünkü annesi de dişiliğinin farkında, henüz geçip giden bir bedeni yok. Yusuf ise annesini paylaşmak istemiyor, zira araya giren bir üçüncü kişinin ardından ilişkilerinin eskisi gibi olamayacağından korkuyor. Buna engel olamaması, geleceğini arkadaşı madenci çocukta görmek istemeyişi, bunların hepsi Yusuf'u zorluyor. Elinde kalan tek şey ise yayımlanmış şiirleri... Tüm bu kopukluk arasında gidip gelirken bir umut göstergesi oluyor şiirleri.
Süt bir sancının filmi... Yusuf'un büyürken yaşadığı sancının fiziksel olarak dışa vurmadığı, görüntülerden akarak seyirciye geçtiği ve dramatik olduğunu fark ettirmeden ilerleyen bir film. Öte yandan sıklıkla kullanılan metaforlar da sahnelerin yoğunluğunu arttırıyor. İlk sahnesi bile içerisinde ne kadar metafor barındırdığının bir göstergesi. Yusuf'un hezeyanlarının sonlara doğru artması yönetmenin imgeleri kullanım biçimini de çeşitlendiriyor. Bu anlamda dengeli gözükse de seyircinin anlamlandırması açısından hem bir güçlük hem de bir boşluk bırakabiliyor zaman zaman. Kaplanoğlu, yönetmenin anlatım biçiminin öne çıkmasını istiyor ve bu şekilde ilerliyor. Yusuf'u anlamaya çalışmak, üzerinde Yumurta'dan itibaren düşünmek ve kasabada kalmanın boyunduruğundan çıkarmaya çalışmanın seyirci için anlamı var muhakkak. Yine de fazla metaforik olması seyirciden zaten uzakta duran minimalist türde bir filme yaklaşmasını iyiden iyiye güçleştiriyor.
Yumurta'da Nejat İşler'in canlandırdığı Yusuf'a ise bu kez Melih Selçuk hayat veriyor. Melih Selçuk, profesyonel bir oyuncu olmamasına rağmen Yusuf'un yaşadıklarını hissettiriyor. Ayrıca duruşu ve paltosuyla da Yumurta'daki Yusuf'a benzerliğiyle, oradaki Yusuf'u hatırlatarak seyirciye bir üçleme izlediğini yeniden hatırlatıyor. Üçlemeler yönetmen için zor olsa da seyirciye bir alegori gibi gözükebilir. Parçaları tamamlamak, ipuçlarını yakalamak, farklı anlamlar aramak açısından olumlu bir yanı var. Kaplanoğlu'nun üçlemesinde yapmak istediği Yusuf'un geleceği, geçmişi ve bugünü arasında dolaşmak. Üçlemenin son adımı olan Bal'da da Yusuf'un arayışı farklı bir biçimde sürecek. Ama Yumurta ve Süt'ten anladığımız üzere üçüncü film de yine imgelerle süslü ve dingin bir anlatımla çıkacak karşımıza.
|