News
Synopsis
Storyboard
Trailer
Director
Credits
Technical Info
Uluslararası Satış
Press
Photographs
Vizyon
Awards

SÜT /BASINDAN


Orhan Güdek- 03.2009

YUMURTA'DA SEMBOLİK DİL VE METAFİZİK ARKA PLAN

"Bugün annem ölmüş. Belki de dün, orasını pek bilemeyeceğim. İhtiyarlar yurdundan bir telgraf aldım: 'Anneniz öldü. Yarın kaldırılacak. Başınız sağolsun.' diye… Telgraftan pek anlaşılmıyor. Belki de dün ölmüştür.''

Giriş

Semih Kaplanoğlu'nun ''Yumurta'' adlı filmi, metafizik ve felsefi bir arka planı olan, ince sembolik göstergelerle örülü, anlaşılmak için entelektüel bir altyapı ve çaba gerektiren, son derece derinlikli bir filmdir. Makalemizde, fikri arka planı ile birlikte, öykünün anlatım biçimi ve kullanılan imgeler açısından filmi anlamaya ve çözümleyemeye çalışacağız.


Filmde doğup büyüdüğü kasabadan ayrılan ve annesinin ölüm haberiyle birlikte yeniden kasabaya dönen Yusuf'un öyküsü anlatılmaktadır. Hikâye özetle şöyledir: Yusuf kırklı yaşlarda, şiirleri edebiyat dergilerinde yayımlanmış, bir şiir kitabı bulunan fakat yazdığı şiirleri beğenmeyen bir şairdir. Annesinin ölüm haberini alınca onu defnetmek üzere memleketi Tire'ye gelir. Burada annesinin yanında kalan ve uzaktan akrabası olduğunu öğrendiği Ayla ile tanışır. Ayla, Yusuf'a, annesinin bir adağı olduğunu ve bunu yerine getirmesi gerektiğini söyler. Annesini defnettikten sonra şehre dönmek isteyen Yusuf, çeşitli sebeplerden dolayı bir türlü kasabadan ayrılamaz. Adağı yerine getirdikten sonra ise içsel bir dönüşüm yaşayan Yusuf sonunda gitmekten vazgeçer ve kasabada kalır.

Yusuf'un Kuyudan Çıkışı

Filmin ana karakteri Yusuf, geçmişine, kasabasına, kültürüne ve köklerine yabancılaşmış bir kişilik görünümündedir. Memleketine gittiği sırada Yusuf araçtan inene kadar görüntü ve bakış açısı aracın içinden dışarıya doğrudur. Bu, kasabaya karşı Yusuf'un hissettiği yabancılık duygusunu sembolize eden görsel bir anlatım biçimi olarak kullanılmıştır. Araçtan inip eve girdikten sonra kameranın bir süre kapının dışında kalması da yine Yusuf'un eve yabancılığını sembolize etmektedir. Bu yabancılık yalnızca mekâna dayalı bir kavram olmaktan öte Yusuf'un kültürüne ve köklerine karşı bir yabancılığı da içermektedir. Nitekim ölmüş annesinin başucunda beklerken ne bir gözyaşı dökebilmekte ve ne de bir dua edebilmektedir.

Definden hemen sonra yaşadığı kente dönmek ve bir bakıma mevcut dünyasını oluşturan şehre kaçmak isteyecek olan Yusuf, bu arzusunu bir türlü gerçekleştiremeyecek, nefret ettiğini söylediği bu topraklardan bir türlü kopamayacak ve sonunda ''kendini ve öz benliğini'' bulacaktır. Yaşadığı şehirde bir kitapçı dükkânı olan ve hayattan bezmiş, bohem ve derbeder bir görünüm sergileyen Yusuf'un dönüşümünün, annesinin adağı ve etkisi film boyunca devam eden metafizik güçlerin müdahalesi neticesinde gerçekleştiğini gözlemleyebiliriz.
''Yumurta'' metaforuyla sembolize edilen ''Yusuf'un yeniden doğuşu''nda ve dönüşümünde dini ve tasavvufi etkilerden söz etmek mümkündür. Cenaze toprağa verildikten sonra Yusuf mezarlığın yakınındaki ormana doğru yürür. Orada oturmuş ve uyuyakalmıştır. Rüyasında elinde bir yumurta tuttuğunu ve bu yumurtayı elinden düşürüp kırdığını görür. Yumurtanın kırılmasıyla birlikte uyanır. Daha henüz başta yumurtanın kırılmasını içeren rüya, filmin ilerleyen bölümlerinde Yusuf'un geçireceği dönüşümü simgeler.

Filmde ana karakterin adının Yusuf oluşu ve Yusuf'un ''kuyu'' ile olan münasebeti bize Yusuf peygamberi hatırlatmaktadır. Malum olduğu üzere öldü sanılan Hz Yusuf, atıldığı kuyudan çıkmayı başarmış ve bir anlamda yeniden doğmuştur. Filmdeki Yusuf da kendini rüyasında bir kuyunun içinde oradan çıkmaya çalışırken görür. Tabi sonunda o da kuyudan çıkacak yani bir anlamda dönüşerek yeniden doğacaktır. Carl Gustav Jung insandaki bu dönüşümü şöyle ifade etmektedir: ''Her kim mağaraya, yani herkesin kendi içinde taşıdığı mağaraya ya da bilincin dışındaki karanlığa girerse, kendini önce bilinçdışı bir dönüşüm sürecinin içinde bulur. Bilinçdışına girmesi, bilinci ile bilinçdışının içerikleri arasında bir bağ kurmasını sağlar. Bunun sonucunda, kişiliğinde olumlu ya da olumsuz anlamda kökten bir değişim olabilir.'' Yusuf'un bilinçdışındaki karanlık, ''kuyu'' imgesiyle temsil edilen memleketidir. Yusuf karşı karşıya kaldığı birtakım yüzleşmeler, çatışmalar ve metafizik hadiseler neticesinde kuyudan çıkmayı başarır ve yeniden doğar.

Metafizik Dokunuşlar

Yusuf'un dönüşümünde metafizik olarak nitelendirilebilecek veya kader şeklinde tavsif edilebilecek hadiseler bir hayli dikkat çekmektedir. Örneğin, Yusuf'un yaşadığı şehre dönmek istediği halde bunu bir türlü gerçekleştirememesi, gerçek hayata gerçeküstü birtakım müdahalelerin olduğunu düşündürmektedir. Nitekim gitmeye niyetlenen ve hatta yola çıkan Yusuf'un karşısına önce eski arkadaşı Cevdet, sonra eski sevgilisi Gül ve en sonunda da bir kangal köpeği çıkar ve Yusuf'un gidişini engeller. Bu noktada niçin kangal köpeğinin kullanıldığı sorusunun cevabının, kangal köpeğinin sürüden ayrılmaya veya uzaklaşmaya kalkan koyunları toparlayarak sürüye yeniden katma özelliği ile ilintili olabileceği söylenebilir. Nitekim onun, Yusuf'un gidişini ve memleketinden uzaklaşmasını engellemesi sonucu, Yusuf'un ağlamasına ve eve dönmesine şahit oluruz. Filmde Yusuf'un eve dönüşünün, karşı konulamayan ve Yusuf'tan bağımsız bir gücün etkisiyle gerçekleştiği yoğun bir biçimde hissedilmektedir. Bir bakıma Yusuf'un annesi, adakla beraber, oğlunun kaderinin ne şekilde çizileceğine dâhil olmuş ve oğlunun kendi kafasında çizdiği ''Yusuf'' karakterine dönüşmesine sebep olmuştur.
Anne, oğlu için onun yokluğunda bir dünya kurar ve insanların Yusuf'u gerçekte olduğundan farklı tanımasına sebep olur. Yusuf uzun yıllar memleketi Tire'den uzakta yaşayan bir şairdir. Annesi onun şiir kitabını sanki Yusuf'tan gelmiş gibi onun arkadaşlarına yollar. Onun adına selamlar söyler, sözler verir, Ayla'ya hediye bir kazak gönderir. Kasabada herkes Yusuf'u bir bakıma annesinin ağzından ve olduğundan başka türlü tanımaktadır. Kasabaya döndükten sonra Yusuf, orada bilinen Yusuf'un farklı biri olduğunu anlar ve elinde olmadan yavaş yavaş annesinin idealize ettiği Yusuf karakterine dönüşür. Bu noktada annenin adağının da belki bunun gerçekleşmesi adına olduğu düşünülebilir…

''Ölüm'' Kavramının Yorumu

Yusuf'un, memleketine yaklaştığı sırada ezan sesinin duyulması, baygınlık geçirdiğinde sala verildiğini işitmesi, annesinin adağını yerine getirmesi ve adının ''Yusuf'' olması filmdeki dini göndermelerden bazılarıdır. Maveraya ve fizik ötesine dair çokça sembolün bulunduğu filmde, bu vesileyle bir anlamda asıl gerçekliğin ne olduğu da sorgulanmaktadır.

Filmin henüz açılış sahnesinde sisler arasından gelerek yine sisler arasında kaybolan kadın, Yusuf'un annesidir. Bir insanın ölümünün ''bir yerden bir başka yere gidiş'' olarak gösterilmesi, ''ölüm''ün bir yok oluş değil bir ''göç'' veya bir ''yolculuk'' olduğu gerçeğinin sembolik bir anlatımıdır. Nitekim ilerleyen bölümlerde, sisler arasında gözden kaybolunan uzun çam ağaçlarıyla kaplı yerin mezarlık olduğu, defin sırasında netlik kazanacaktır. Yusuf'un annesinin ve Ayla'nın, ölen akrabalarının mezar toprağına dikilen çiçeklerle konuşmaları da yine ölümün bir son olmadığının farklı bir ifadesi ve ölüm kavramını farklı bir algılayış biçimidir.

Semboller ve İmgesel Anlatım

Sembolik dil ve imgesel anlatım biçimi, Yumurta'nın hemen tamamına hâkim olan bir özelliktir. Yusuf adı, annenin ölümü, kuyu imgesi, kangal köpeği gibi sembolizasyonlardan daha önce söz etmiştik. Ayla'nın kasabalı genç arkadaşı ile olan ilişkisinin anlatım biçiminde de semboller göze çarpmaktadır. Sabah uyandığında saçını tararken Ayla'nın kalp biçiminde bir aynanın içinden yansıyor olması onun bir aşk öyküsünün içinde yer alacağının işaretidir. Aynı gün kasabalı arkadaşıyla buluşur ve kasabaya hâkim bir tepede oturup konuşurlar. Beraberce geldikleri yerden, ayrı ayrı giderler. Bu sırada görüntüde yer alan ''ikiye ayrılmış yol'' bize bir ayrılığı işaret etmektedir. Yine Yusuf'un eski sevgilisi Gül'ü gördüğü yerde de arka planda üzerine harfler kazınmış bir ağaç göze çarpar.

Henüz filmin başında Yusuf'a Tire'den gelen telefonun arkasındaki sesin Ayla'ya ait olduğu anlaşılmaktadır. Ayla'nın sesi duyulduktan sonra akabinde elinde şarap şişesi ile birlikte içeri şehirli bir kız girer ve bir yemek kitabı ister. Kitabın bedeli olarak da Yusuf' a elindeki şarabı verir. Kızın yemek kitabı alması, köklerinden ve geleneklerinden kopan bir toplumda, kızların yemek yapmasını dahi kitaplardan öğrendiğinin bir göstergesidir. Nitekim şehirdeki kız ile yemek yapmasını bilen taşradaki Ayla, bu anlamda karşıttırlar. Yine bu karşıtlık filmde ''şarap'' ve ''çay'' imgeleriyle de sembolize edilmiştir. Şehirdeki kız Yusuf'a şarap verir, Ayla ise ona çay ikram eder. Şarap, şehrin ve yabancılaşmanın, çay ise taşranın ve köklerin birer ifadesidirler.

Filmde zaman unsuru da sembolik olarak kullanılmaktadır. Yusuf'un içinde bulunduğu derbeder ve boşvermiş durumla da paralellik taşıyan ve annenin ölüm sahnesinden sonra bir akşam vakti karanlıkta başlayan Yumurta, yine Yusuf'un değişimiyle paralel olarak, sabah aydınlığında son bulur.
Semih Kaplanoğlu'nun üçlemenin birinci filmi olarak çektiği Yumurta'da, ikinci ve üçüncü filmlere göndermeler de yer almaktadır. Kapıya gelen sütçü genç çocuk üçlemenin ikinci filmi ''Süt''e; Yusuf'un kapı önünde otururken elinde tuttuğu ''Bal'' adlı kitap da üçüncü filme işaret etmektedir.

Sonuç

Kaplanoğlu'nun filmi, anlattığı öykünün yalınlığı ve bu öyküyü son derece derinlikli bir üslupla ifade edilişi açısından oldukça başarılı bir filmdir. Filmde düşünsel arka plan ile anlatımdaki yoğun imgeselliğin başarılı bir biçimde harmanlandığı görülmektedir.

Yeni anlatım biçimlerini içi boş bir oryantalist anlayışla değil, özünü kendi köklerinden alan bir anlayışla sergileyen Kaplanoğlu, bu filmiyle Türk sineması için önemli bir kişilik olduğunu ispat etmiştir.

Bugüne kadar aldığı ödüllerin hepsini hak ettiğini kanıtlayan ve zaman geçtikçe de eskimeyecek olan Yumurta filmi, sadelikle derinliğin birleştiği en üst noktadan seyirciyi selamlamaya devam etmektedir.

Copyright Kaplan Film Production © 2009