Tunca Arslan – Empire Dergisi – 01. 2009
Karakterin adının Yusuf olması, tesadüf değil
ÇIKIŞ: 02 Ocak
YÖNETMEN: Semih Kaplanoğlu
OYUNCULAR: Melih Selçuk, Başak Köklükaya, Saadet Işık Aksoy
SENARİSTLER: Semih Kaplanoğlu, Orçun Köksal
SÜRE: 98 dk.
DAĞITIM: Medyavizyon
ÖYKÜ: Üniversite sınavını kazanamayan Yusuf'un tutkuyla yazdığı Şiirler, az satışlı dergilerde yayımlanmakta, evin geçimini sağlayan sütün değeri de günden güne düşmektedir.
Şu sıralar sinemamızda bir 'Yusuf bereketi' yaşanıyor. Ardı ardına gösterime giren dört filmin de baş karakterinin adı ne tesadüf ki Yusuf... Son Cellat'ın talihsiz savcısının adı Yusuf'tu. Bir başka Yusuf'u, 'ölüme yatmak' için köyüne dönen devrimci gencin öyküsünü anlatan Sonbahar'ın ana karakteri olarak tanıdık. Sıcak'taki bencil koca bir Yusuf'tu. Ve Süt'ün delikanlısı da bir Yusuf'tan başkası değil... Ne diyelim, Allah sayılarını artırsın!
İşin enteresan yanı, İbranice kökenli olan Yusuf adı, "Daha çok versin", "Bereketi bol olsun", "Allah artırsın" anlamlarına geliyor. Son Cellat, Sonbahar ve Sıcak için özel bir anlamı olduğu kanısında değilim ama bence Kaplanoğlu'nun üçlemesindeki karakterin Yusuf adını taşıması tesadüf değil.
Yumurta, süt ve bal... İnsanoğlunun doğadan elde ettiği, daha doğrusu hayvanlardan 'çaldığı' bu üç yiyecek maddesi, Doğu'dan Batı'ya hemen her kültürde verimlilik ve doğurganlığın simgeleri olarak kullanılmakta. Ayrıca 'mutluluk verici' niteliklerinin altı da çizilebilir.
Kaplanoğlu, Yumurta'da, en yalın değerlendirmeyle klasik anlamda 'doğaya' değilse bile 'kendi doğasına' dönüşe zorluyordu Yusuf'u. İlçeye, eve, ilk ve saf hale, kovana, memeye, rahme... Süt, 'yerinde tutma, uzaklara, İstanbul'a gitmesini istememe' filmi... Bu nedenle sürecin en başına dönecek üçüncü film Bal'da son derece gerçekçi bir doğum sahnesiyle karşılaşırsak şaşırmayın!
Süt'te, 'yaratıcı' bir yönetmen olarak, Yusuf'un doğasındaki verimi artırmaya, onu doğasında doğurgan kılmaya, kendi kovanında mutlu etmeye çaba harcarken de görüyoruz Kaplanoğlu'nu. Adeta Yusuf'un 'çalınmasını' önlemeye, 'günahsız' kalmasını sağlamaya çalışıyor. Yılanın süte, süt kokusuna geldiğini, yumurtadan çıkıp yumurtayı yiyebileceğini iyi biliyor çünkü.
Şiirinin nihayet az satışlı da olsa bir İstanbul dergisinde yayımlanması üzerine Yusuf'un duyduğu mutluluk, annesine sevinçle "Benim dergide şiirim çıkmış, sen evlilikten söz ediyorsun!" demesi, okuyup yazmaya meraklı madenci arkadaşıyla dostluk ilişkisi önemli. Üniversite sınavını kazanamayan kasaba delikanlısını sonunda kasabadan çıkarıp İstanbul'a 'fırlatan' Nuri Bilge Ceylan'dan farklı olarak, Kaplanoğlu ısrarla kozasında mutlu kılmaya uğraşıyor Yusuf'u. Yumurta'da gördüğümüz üzere, başaramıyor. Çünkü Allah artırmıyor!
Hastalığı nedeniyle askere alınmayan, motosikletinin üzerinde bile 'alıp başını gitme' duygusu yaşayamayan, en fazla ilçenin şose yolunda 'sonsuza doğruymuşçasına' mutlulukla koşturan bir gencin öyküsü var karşımızda. Yusuf, herhangi bir açıdan 'kahraman'lık özellikleri yüklenemeyecek, 'başarılı' ya da 'şanslı' olması beklenmeyecek, daha şimdiden örselenmiş ve hayata katılma pratiklerinin 'patinaj'dan başka sonuç vermediği, adının anlamının tersine 'azla yetinmeyi' öğrenmesi gereken bir delikanlı.
Mutluluğu yaşamak için beklemesi gereken çok şey var. Üniversite, İstanbul ya da evlilik... Belki de ineklerin daha çok süt vermesi... Ama orta sınıf açısından klasik bir 'iffet timsali' olarak çizilegelen ilçe-kasaba dekorunda, hem de annesi istasyon Şefiyle gönül eğlendirmekteyken, tekrar dönmek üzere çıkıp gidecek Yusuf ve 'hiçbir yere ait olamama' halini seçecektir.
Süt, pek çok unsuru akla getirildiğinde eni konu usta işi olan, tema ve karakterleriyle de sinemamızın genel düzeyinin çok üstünde, bu açıdan yönetmenden beklentileri ve beslenen umutları karşılayan bir film. Anne rolünde yeni, alışılmamış bir yüz çok daha inandırıcı olabilecekken Başak Köklükaya'nın seçilmesinin getirdiği göz tırmalayıcılık dışında filmde kusur bulmak pek mümkün değil. Kendine özgü mükemmel bir tempo tutturan; başta Melih Selçuk olmak üzere Rıza Akın'dan Şerif Erol'a, Saadet Işıl Aksoy'dan Alev Uçarer'e herkesin iyi iş çıkardığı, minimalist anlatımın hakkını veren iyi bir film. Açılış bölümünde ağaca tepetaklak asılı duran Tülin Özen'in ağzından çıkartılan yılan gibi unutulmayacak bir sahnenin de yer aldığı Süt'te Kaplanoğlu (Demirkubuz'un Masumiyet-Kader'indeki gibi) sinemamız adına başarılı bir geri dönüş gerçekleştiriyor ve Bal için bizi merakta bırakıyor. Kuyucaklı Yusuf'umuz vardı, bir de Tireli Yusuf'umuz oldu. Allah artırsın!
KARAR:
İkinci film, bağımsız seyredildiğinde de 'bütünlük' duygusu veren iyi bir film. Bal'ı şimdiden merak etmemizi sağlayan yanları bol.
|