News
Synopsis
Storyboard
Trailer
Director
Credits
Technical Info
Uluslararası Satış
Press
Photographs
Vizyon
Awards

SÜT /BASINDAN


Uğur Vardan - Radikal - 02.01.2009

Ve Yusuf ve annesi ve güğümler...

Ergenliğin 'önlenemez' sorunlarıyla yüklü filmde Yusuf'u genç oyuncu Melih Selçuk, annesini de Başak Köklükaya canlandırıyor

Semih Kaplanoğlu'nun, bir önceki filmi 'Yumurta'da ortaya attığı 'Kimlikler lütfen' sorgulaması kahramanı Yusuf'un hem öncesi, hem de şimdiki zamanı sayılabilecek 'Süt'te daha bir netlik kazanıyor. Şair ve sahaf Yusuf'un, annesinin ölümüyle birlikte yeniden doğduğu topraklara ve kaçtığı taşra kültürüne dönerken burada yaşadığı zihinsel ve de ruhsal hesaplaşmayı anlatan ilk adımın peşi sıra bir sonraki aşamada, yani 'Süt'te, karakterin ergenliğinde ve onu bir anlamda 'Yumurta'nın problemlerine taşıyan ilkgençliğinde dolaşıyoruz.

Kaplanoğlu, bizi meselenin evveliyatına taşırken klasik anlamda (zaten ondan da klasiklik beklemek olmazdı) perdeye '15 yıl önce' ya da '20 yıl önce' ibaresi düşürüp dönemin atmosferini yeniden kurmuyor. Daha 'pratik' (ve belki de postmodernist) bir yol seçip Yusuf'un geçmişini şimdiki zamana taşıyor.

Üniversiteyi kazanamayan Yusuf, Tire'de annesiyle son derece mütevazı bir hayat yaşamaktadır. Ana-oğul kasabanın pazarında kendi ürettikleri peyniri satarken, Yusuf diğer günlerde civar evlere süt satarak ayrı bir gelir kapısını da aralamıştır. Lakin bu taşralı gencin asıl var olduğu yer 'kendine ait oda'sıdır. Genç adam birçok şairin resimlerinin duvarlarını süslediği odasından bambaşka evrenlere geçmekte, taşranın yalnızlığını ve kendi ruhunda doğurduğu ıssızlığını yok etmektedir. Arada bir daktilosunda yazdığı şiirleri de, 'az satan' edebiyat dergilerine gönderir. Tabii ki en büyük hayali, şiirlerinin sayfalarda yer bulmasıdır. Yaşıtlarıyla ilişkisi ise sorunludur. Çünkü bedeni belki onların yanındadır ama 'ruhu asla'. Bazen arabalarına binerek ilişki kurmayı dener ama yanındaki kızın sürekli cep telefonuyla meşgul olması ve sıkıcı konuları, ortak bir zemin imkânını ortadan kaldırır. Koca kasabada ilişki kurabildiği tek kişi ketum ve iki bira içtikten sonra ayakta duramayan eski öğretmenidir. Üstüne üstlük askerlik zamanı da gelmiştir. Aldığı çağrı üzerine İzmir'e yollanır. Burada geçirdiği kısa zaman zarfında, bir kitapçıda rastladığı kız ona 'Issız Adam'ın Alper'i ya da 'Sonbahar'ın Yusuf'u gibi yeni bir hayat ve dinamizm kazandıracak gibi görünse de, onun bu serüvende ısrar etmek için ne tecrübesi ve hayat birikimi, ne de özgüveni vardır. O, toyluğunun da verdiği, gerçeklerden en azından şimdilik yüzleşmeme duygusunun yanı sıra, şubeden aldığı 'Askerlik yapamaz' raporunun ruhunda yarattığı sıkıntıyla tekrar ve çarçabuk, var olduğu topraklara geri döner. Amma velakin burada da onu bambaşka bir dert beklemektedir.

Geçmiş zamandan şimdiye

'Süt' her ne kadar 'şimdiki zaman içinde' seyretse de, aslında biraz da 'Herkes kendi zamanını yaşar'ın peşine düşüyor (ana ve oğulun farklı kaygıları nedeniyle). Yusuf, edebiyatın içinde kaybolmayı ve huzur bulmayı istese de, erkek egemen bir toplumun bireyi olarak üst üste aldığı darbelerle alabildiğine savruluyor. Hem yaşıtlarıyla olan uyumsuzluğu, hem de onlar davullu zurnalı törenlerle askere uğurlanırken, onun bu cephede de kendini topluma karşı yenik sayma psikolojisi, küçük dere yatağında oynamalara neden oluyor. Ama en kötüsü bu durumda sığınılacak tek kale olan 'ana kucağı'nın da yitirilmesi oluyor. Annenin yörenin istasyon şefiyle başlayan yakınlığının ciddi bir hal alması ve bu ilişkinin, Yusuf'un bilgisi dahili olmaksızın gelişmesi, 'genç Werther'in acıları'nı daha da derinleştiriyor.

Antalya Festivali sırasında da değindiğimiz ve öneminin altını çizdiğimiz bir filmdi 'Süt'. Filme ilişkin izler yerli yerinde duruyor elbet. 'Yumurta'nın daha kapalı ve herkesi içine alamayan havası yerine, bu kez daha net çizgilere sahip bir yapıt var karşımızda. Bunu, Semih Kaplanoğlu'nun, “Her yeni filmimde daha da sadeleşmek istiyorum” sözünün bir karşılığı olarak ele almak niyetinde değilim ama 'Süt'ün, 'Yumurta'nın bir anlamda devamı olmaktan kaynaklanan bir avantajı var. Çünkü bu kez sanki tanıdığınız bir yere gidiyorsunuz ve siz de, seyirci olarak yabancılık çekmiyorsunuz. Belki de meseleyi şöyle ortaya koymak lazım: Önceki adımda yola bırakılan 'pirinç taneleri'ni takibimiz, işimizi kolaylaştırıyor.

Herkesin metaforu kendine

Öte yandan 'Süt', Kaplanoğlu'nun çeşitli söyleşilerinde vurguladığı gibi Tanzimat'tan bu yana kafası karışık aydın prototipinin orta yaşlılığından ergenliğine bizi taşırken, bu kafa karışmasının sosyolojik verilerini, bu hikâye etrafında bize sunma ve bir taşra delikanlısı üzerinden, yeniden tartışma ve sorgulama fırsatı doğuruyor. Ama bu zihinsel karmaşaya 'Yumurta' ya da 'Süt' ne derece derman olabilir, işte orası muamma. Çünkü, tıpkı Yusuf'un kendi dönemdaşlarıyla yaşadığı uyumsuzluklar gibi, günümüzün 'erişkin' Yusufları da, başka dertler ve tasalarla örülü bir hayatın (ya da Türkiye gündeminin) içinde, alabildiğine yalnızlar ve sığınacakları bir ana kucağı bile yok.

Oyunculuklara gelince; Antalya sırasında yazdığım yargıları tekrarlayayım: Karakter ergenliğin yüklerini omuzlarında taşımakta zorlanırken onu canlandıran genç oyuncu Melih Selçuk ise bu ağırlığın altına girmekten kaçınmayan bir performans sergilemiş ve en azından kendi adının yükünü hafifletmiş. Başak Köklükaya, sevecen ve mesajlarını zarifçe veren annede gayet iyi. Eski mesai arkadaşım Şerif Erol ise, annenin gönlünü çalan istasyon görevlisinde gazetecilikte olduğu kadar oyunculukta da ne denli titiz ve başarılı olduğunu gösteriyor.

Bu arada filmdeki yılan ve yayın balığı metaforlarına, herkesin durduğu noktadan anlam yükleyeceği, Kaplanoğlu'nun da böyle olmasını istediği 'önyargısıyla', bir yorum yapmaktan kaçındığımı belirtirken özellikle yayın balıklı sahnenin, bir tablo zarafetinde olduğunun da altını çizmeliyim.


Copyright Kaplan Film Production © 2009