01-02/2007
GÖZLER BAKAR, KALP GÖRÜR
Söyleşi /+ BOX
Senaryo yazarı ve yönetmen Semih Kaplanoğlu'yla; sinemaya, yönetmenin
kalbinin sınırlarına, sesin sırlarına, zaman kavramına uzandık söyleşimizde.
Bir yönetmenin gözünden "görmek" için...
Ingmar Bergman "Yaşlanmak bir dağa tırmanmaya benzer. Çıktıkça
yorgunluğunuz artar, nefesiniz daralır, ama görüş açınız genişler." demiş.
Sizce yönetmenin görüş açısını neler geliştirir, değiştirir. Yönetmen hangi
açılardan bakar hayata?
Benim görüş açımı son yıllarda seküler olmayan şeyler genişletiyor. Bu
anlamda sinemanın görünene değil, görünmeyene dönük yüzü beni
ilgilendiriyor. Deleuze'ün saptadığı gibi, sinemanın günümüzde felsefe
yapmanın yegane yolu olduğunu düşünüyorum. Belli bir tür sinemanın.
Özellikle Bresson, Tarkovski, Satyajit Ray gibi kadim ustaların koyduğu
ilkeler etrafında şekillenen sinemanın, yasadığımız dünya ve insan kalbi
hakkında bir şeyler söyleyebileceğine inanıyorum. Bulunduğumuz yeri ve
yaşadığımız zamanın ruhunu anlamak için filmler yapmaya çalışıyorum.
Nihilizmin yok ediciliğine karşı sinema yapmaya, insanın manevi açlığına
dönük ve varlığı hatırlatıcı yönde adımlar atmaya çabalıyorum. Yalnız
sinematografik anlamda değil her anlamda beslenme kaynaklarım, felsefe,
resim, sinema, din ve edebiyattır.
Sinemacı olarak gözünüze en çok neler takılır yaşamdan? Örneğin sokağa
çıktığınızda veya bir şehre ilk kez gittiğinizde...
Profesyonel bir bakışım yok. Sıradan ve rastgele bir bakış bu. Maddeyi
görmek için yeterli. Oysa gözümü aklın hakimiyetinden kurtarıp kalbin
hücresine taşımak isterdim. Bu mümkün olabilir mi? Vakitleri ve yönleri iç
özgürlüğümüz için kullanabilir miyiz? Benim esas bakışımı keskinleştirdiğim
yer orası. Durup aynı yöne ve vakte yoğunlaşmak ... Sanırım bakmak istem
dışı bir eylem. Gözler bakar, kalp görür.
Belli şeyleri iyi görmüş ve göstermiş, sinema tarihine ve sizin
bakışınıza da bu "görüş"leriyle yön vermiş yönetmenler var mı?
Belli prensipler ve ilkeler doğrultusunda hareket eden ve bu ilkelerden
taviz vermeyen yönetmenlerden etkilendim ve etkilenmeye de devam ediyorum.
Dreyer, Satyajit Ray, Bresson, Tarkovski, Ozu, Bergman gibi.
Film üretme süreciniz boyunca bir şeyler uğruna görmezden gelebildiğiniz
neler var?
Film üretme süreci oldukça içe dönük bir eylemdir yönetmen için. Sadece
kendi gördüğünüzü tespit edebilmek veya kaydetmek için uğraşır durursunuz.
Maalesef o kapıdan içeri girince yaptığınız iş sırasında başka şeylere
odaklanmak oldukça zor. Her filmden sonra sanki bir savaştan çıkmış gibi
oluyorum. Bu işin hiçbir eğlencesi yok. Mutlu bir set yoktur, ben hiç
görmedim.
Sinemacı zaman zaman sanatın diğer dallarına ait gözlükleri takmalı
mıdır? Örneğin müzik veya heykel. ..
Sinemanın ham maddesi sanıldığının aksine görüntü değil, zamandır. Sinema
görüntülenmiş zaman parçalan üzerinde yükselir. Müzik gibi tıpkı. Müziğin de
ham maddesi zamandır. Öte yanda resim var. Özellikle benim ilgi alanım
Rönesans öncesi resimler. Dünyaya bakışı insan gözü ile sınırlamayan
resimler. Tersten perspektifin ürünleri Rus Ortaçağının ikonaları örneğin.
Öte yandan Vermeer, Balthus, Anselm Kiefer de durmadan yanı başımda duran
ressamlar. İçinde Tanrıyı barındıran ve onu refere eden her şeye bugün
yeniden bakılmalı diye düşünüyorum. Gotik katedraller, Selatin Camiler ...
Küresel tüketimin doyurulması disiplinleri –resim, müzik, heykel, tiyatro-
birbirine yaklaştırdı ve bu kaynaşmadan doğan çorbanın tadı da çok kötü.
Bence yeni gözlükler takmaktan çok, bize öğretilen ve yanlış bilinçlere ait
olan gözlüklerden kurtulmaya çalışmalıyız. Ve her anlamda görüşümüzü
sınırlamalı, minimalize etmeliyiz.
Sinemada ses ve görüntü arasıda nasıl bir bağ var sizce?
Çağdaş aksiyon ve korku sinemasının sesini (gürültü ve efektlerini) kısın
geriye çok az şey kalır; hatta zaman zaman hiçbir şey kalmaz. Bu, sinemada
sesin ne denli güçlü bir malzeme olduğunun kanıtıdır. Sinema sessiz sinemaya
çok şey borçlu. Özellikle anlatım tekniklerinin ve kurgu estetiğinin
oluşması anlamında. Bu mirasın üzerine yeni bir şeyler koyanlar Kubric,
Godard, Kiarostami, Tarkovski, Bresson gibi çağdaş sinemacılar. Onların
eserlerinde manipüle edici "seslendirme"nin çok ötesine geçilmiştir.
Bugünün TV haberlerinde bile müziğin ve sesin bir propaganda aracına
dönüştüğünü ve gerçeği imha ettiğini düşünürseniz vicdanın sesini duyurmak
için sinemacılara çok iş düştüğünü görüyoruz.
Resme bakan göz ile kameraya ve perdeye bakan göz arasındaki ilişki
nedir sizce?
Sinemanın mekan ve izlenme biçimindeki "kutsal"lığı giderek ortadan
kalktığına ve izlenme bireyselleştiğine (TV, DVD) göre gözlerin birbirine
değil; farklı yönlere dönük olduğunu söyleyebiliriz rahatlıkla. Yönetmenin
meramıyla seyircinin anladığının arası giderek açılıyor. Ruhunu ve vicdanını
uzaktan kumanda üzerinde bir tuş zanneden, her saniyesi reyting tüccarları
tarafından kiralanmış seyircinin gözünü doyurmak onu tatmin etmek... Kimse
kimsenin gözüne bakamıyor ki?!
İzleyiciye yeni bir dünya kurmakla, var olanı göstermek arasında özel bir
tercihiniz var mı?
Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki hemen önümüzde, yanı başımızda çırılçıplak var
olanı görmek ve hissetmek giderek imkansız hale geldi. Başka bir yanı ile de
görsellik çok kirli ve artık "gösteremeyen" bir şeye dönüştü. Gerçeğin
üzerini daha fazla örtmek, sesini iyice kısmak için üretim yapan çok büyük
bir sektör var. Gerçek, "kurulmuş yeni bir dünya" gibi algılanır durumda;
çünkü artık bizden çok uzaklaştırıldı. Şiddet ve ölüme alıştırıldık; artık
bizi hiçbir şey etkilemiyor. Çocuk cesetleriyle basit bir yarışma programı
arasında tek bir tuş var. Gerçek sizin vicdanınıza değmiyorsa ve sizin
tarafınızdan geri çevriliyorsa film ne yapabilir? Sinema da diğer sanatlar
da acizliğimizin ve sefaletimizin karşısında hiçbir şey yapamaz. Her akşam
haberlerde Filistinli, Lübnanlı, Iraklı, İsrailli çocuk cesetlerş görmek
içimizde en ufak bir şeyi değiştirmeye yetmiyorsa; hayata aynı şekilde devam
edebiliyorsak, vicdanlarımıza hangi sinemacı hangi ressam ne iletebilir…
Kalp gözü ile göz sizin sinemanızda hangi oranlarda buluşuyor, siz daha
çok hangisini tercih ediyorsunuz?
Keşke tercih edebilmek bu soru cümlesi kadar kolay olsa… Kalbim de gözüm de
bana emanet edilmiş şeyler, emanete hıyanet etmemeye çalışıyorum… Elimden
gelen bu…
|