12/2007
Yumurta kırılırsa…
Gökhan Özcan – Yeni Şafak
Türk sineması, genç yönetmenlerinin filmleriyle parlak bir dönem geçiriyor. Katıldığı uluslararası festivalIerden neredeyse hiç boş dönmüyor filmlerimiz. Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Fatih Akın, Reha Erdem, Ahmet Uluçay, Yeşim Ustaoğlu, Sırrı Süreyya Önder, Yüksel Aksu, Özer Kızıltan; Semih Kaplanoğlu ve Onur Ünlü gibi isimlerin filmleriyle ses getirdiklerinl görüyor ve mutlu oluyoruz. Bu yönetmenlerin filmlerinin büyük bir kısmını ben de keyifle, tad alarak, lezzet alarak izledim, izliyorum. Hatta uzun yıllar sonar yerli sinemada neler olup bittiğine yakından bakmaya, geçenlerin ardından ne geldiğine kulak vermeye başladım.
Birçok şeyin değiştiği, yeni yönetmenlerin hikayelerini ararken çok daha geniş bir alana, insana ve hayata ilişkin çok daha derin mevzulara baktıkları kesin… Bu sinema, nefes alıp veren, düşünsel ve toplumsal komplekslerini epeyce aşmış, cesaretli, içtenlikli, esaslı bir sinema… Topluma da, bireye de çok daha alçakgönüllü, çok daha sorumlu bir gözle bakıyorlar Hikayeleri genellikle sıradan insanlara dair küçük hikayeler… Ama bu hikayeleri olabildiğince yalın bir biçimde, sınıf atlamış bir sinematografiyle ve parmak ısırtacak bir görsellikle anlatıyorlar. Sokaktaki insanın sıradan hikayesinin, bal gibi de söyleyecek siyasi, kültürel ,toplumsal sözleri olabileceğini de ispat ediyorlar. Cesur, eleştirel, ama insane sevgiyle, saygıyla, mesafesizce bakabilen bu yeni anlayışın ürün vermek noktasında da gayet verimli olduğunu söyleyebiliriz. Neredeyse her hafta yeni bir Türk filmi vizyona giriyor, izleyicinin önüne çıkıyor.
İşte orada tartışmaya açılması gereken bir şey var… Uluslararası festivallerden neredeyse onlarca ödülle dönmüş bu filmler, kendi ülkelerinde, kendi seyircilerinden bekledikleri ilgiyi görmüyorlar. Sinematografik başarıları, yeni filmlere altyapı olacak gişe başarılarıyla desteklenmiyor. Neyse ki uluslararası tanınırlığa ulaşan yönetmenlerimiz abancı ortak ve desteklerle bir şekilde yeni filmlerinin parasını denkleştirebiliyorlar. Ancak ne olursa olsun bu bir problem… Uzun yıllar üretilen birbirinden kötü fillerle kendine salon bulamayacak kadar kötü noktalara gelen Türk sinemasının yeniden ayğa kalkmasında tıpkı bu genç yönetmenler gibi sinema izleyicisinin de sorumluluk alması lazım… Bu saydığımız yönetmenlerin filmleri arasında gişe başarısını yakalayan filmler de var elbet… Ama birçok başarılı film de istediği ilgi ve desteği kendi seyircisinden göremiyor. En son önemli ödüller alan “Yumurta” filminin de salonlarda beklenen ilgiyi göremediği haberini okudum. Üzücü birşey bu!
“İyi film yaparsanız seyirci izler” mantığını ileri sürenler var. Hiç aynı fikirde değilim. Her yıl gişe galipleri listesini inceliyorum. Bu listenin çok büyük bir kısmını Hollywood ortalama zekasının ürettiği kötü filmlerden oluşturuyor. Pek çoğu da eğlencelik türden klişe projeler… Gerçekten iyi olan flimler, “sıkıcılık” diye bir kriterle şartlandırılmış zihinleri ne yazık ki çekmiyor. Yönetmenler buna aldırmayıp tutkuyla film yapmayı sürdürüyorlar. Ama toplum ne olacak? İyi kitapları, kaliteli filmleri, derinlikli fikirleri “sıkıcı” bulan yeni zihinlerle insane ve hayat nereye gidecek? Hayatın içinde eğlence tabii ki vardır; ama arada fark var, hayat sadece eğlence değildir. Zihinsel sınırları zorlamak, ruhları derinleştirmek, dağarcığı zenginleştirmek, fikirleri geliştirmek de gerekir.
Patlamış mısır kartonlarının sinemayı sembolize eden logolara bulaşmaya başladığı anda biz de pirelenmeye başlamalıydık aslında.
|