News
Synopsis
Storyboard
Trailer
Director
Credits
Technical Info
Ödüller
Credits
Press
Photographs
Cannes
Awards
Vizyon
DVD
Angel's Fall
YUMURTA /BASINDAN


22/07/2007
YARATTIĞIM KARAKTER BENİ NEREYE SÜRÜKLERSE ... (SEMİH KAPLANOĞLU SÖYLEŞİŞİ)
Gülşen İşeri /Birgün Gazetesi

Senaryo yazan/yönetmen Semih Kaplanoğlu bu yıl Yusuf Üçlemesi'yle çok konuşulacağa benziyor. Kaplanoğlu 'nun Bal, Süt ve Yumurta'dan oluşan üçleme 'sinin ilkjilmi 'Yumurta' bu yıl 6o'm-cısı düzenlenen Cannes Film Festivali 'nin 'Quinzaine des Realisateurs' bölümüne seçilmişti. Filmin Baş rolünde ise Nejat İşler ve Saadet Işıl Aksoy yer alıyor.
Üçlemenin diğer jtlmi Süt'ü de bu yıl Cannes 'ın resmi bölümlerinden Cannes Atelier 'de dünya sinema sektörüne tanıtılıyor. Üçleme yakında gösterime girecek ama Kaplanoğlu yeni bir senaryoya da imza atmaya hazırlanıyor. 'Türklerin Ruhu' adını verdiği yep yeni projesinde toplumsal paranoyadan yola çıkmış, 'Toplumsal paranoya, her şeyde komplo teorileri aramak ve Türkiye 'nin satıldığını düşünenleri vs konu ettim... Gazetelere baktığımda ve çete haberleri gördüğümde nasıl da doğru bir iş yaptığımı görüyorum' diyor.
'Herkes Kendi Evinde ' ve Meleğin Düşüşü filmleriyle daha yakından tanıdığımız Semih Kaplanoğlu 'nu ne kadar senaryo yazarı/ yönetmen olarak bilsek de şair yönünden de söz etmeden geçmeyelim. ıgSo dönemlerinde başlayan şiir serüveni hala devam ediyor ama o bu yönünden çok da söz etmek istemiyor. Kitabı olmayan bir şair desek abartmış olmayız sanırım. Semih Kaplanoğlu 'yla bir araya geldik, hem yeni projesini hem de sinemayı konuştuk.

'Meleğin Düşüşü ' adlı filminizin hemen ardından bir üçleme film çektiniz: Bal, Süt, Yumurta. Bu üçlemenin ilk filmi Yumurta bu yıl 60'ıncısı düzenlenen Cannes Film Festivali 'nin 'Quinzaine des Realisateurs' bölümüne seçildi. Böyle bir beklentiniz var mıydı?
Açıkçası böyle bir beklenti içinde değildik. Ama önemsediğimiz şey ödül değildi. Orada önemli olan Cannes 'da gösterilmiş olması. Çünkü orada olmak çok daha önemli diye düşünüyorum.

Çok farklı bir Proje Yusuf Üçlemesi. Bu projeyi hayata geçirmek nasıl ortaya çıktı?
Projenin özünde ya da merkezinde anne oğul ilişkisi var. Bu anne oğul ilişkisi Türkiye 'de, bizim kültürümüzde ve daha doğrusu aile içi ilişkileri aslında bütün yaşantınızın, seçimlerinizin etrafında çok önemli diye düşünüyorum.
Biz bu anne oğul ilişkisini taşra da ele alıyoruz. Bu ilişkinin arka planında da Türkiye 'deki, özellikle taşradaki değişimi yerleştirmek istedim. Aslında hep sürecek olan, kalıcı olan ilişki ve arka plandaki değişim.

Bu üçlemede üç ayrı hikaye var...
Evet. Üç hikaye var, bunlar çeşidi yaş gruplarına göre değişiyor. Yumurta'da 38-40 yaşlarında bir şair, Sütte 18 yaşında bir genç ve ve Bal'da 6 yaşında bir çocuk.

Peki Üçlemenin neden sonundan başladınız? Filmlerinizde zaman geriye doğru akıyor çünkü...
Sondan başlamamın sebebi bir tür geriye dönüş ama bir geriye dönüşten ziyade aslında şimdiki zamanımızı meydana getiren geçmişin, meselelerini keşfetmek, anlamak, algılamak anlamında kullandım. Fakat bu filmler bir tür dönemi ele almıyor, hepsi günümüzde geçiyor. Türkiye 'nin farklı coğrafyalarında, ilişkilerin ve ekonomik farklılıkların olduğu arka planda geçiyor.

Meleğin Düşüşü adlı filminizde çok farklı bir hikaye örgüsü vardı... Aslında bir çok hikayenizde de insanın iç dünyası var...
Meleğin düşüşü karanlık bir film olarak algılanabilir. Yumurta böyle bir film değil. Anlattığımız hikayenin sahip olduğu atmosferle ilgili bir durum. İstanbul 'un yoksul mahallesinde geçen bir filmdi Meleğin Düşüşü ve orada da aydınlık bir durum yoktu.

Filmlerinize genel olarak baktığımızda mekan hep ön planda oluyor, özel bir tercih mi?
Beni böyle hikayeyi kurduktan sonra bunun nasıl bir mekanda görmesi gerektiğini çok önemsiyorum. Çünkü mekanların görsel olmaktan ziyade filmin anlattığı hikayeye çok uygun ve örtüşük olması gerektiğine inanıyorum. İlginç yerleri bulma, oraları keşfetmek değil derdim, hikayemle örtüşsün yeter. Bazı yönetmenler ya da eleştirmenler çok fazla hikayeyi ön planda tutar ama ben her bir parçanın görüntüye ve sese varana kadar eşit ağırlıkta alan kapsadığını düşünüyorum sinemada. O yüzden de mekanı önemsiyorum.

Ama siz hikayeden çok karaktere önem veren bir yönetmensiniz, hikayenizi, seçtiğiniz karakter mi belirtiyor?
Evet tabii ki çok önem veriyorum. O insan, o insanın yaşadığı yer, durumu... Ve zamanla o insandan yola çıkarak hikayeyi oluşturmak benim için çok önemli. Çünkü insanın derinliğine doğru iniyorsun ve o karakterden çıkıyor hikaye. Tabii o karakteri çok iyi bilmek, anlamak ve düşünmek gerektiğine de inanıyorum. O karakterin beni süreklediği yere doğru gidiyorum. O hikaye oluşuyor.

Yumurta'da şair Yusuf var, sizin de şair yönünüzü biliyoruz. Bu bağlamda filmde de sizden bir şey görmek mümkün galiba...
Aslın birçok filmimde bunu gözlemlemek mümkün. Herkes Kendi Evin'de de oradaki karakter benim akrabamdı. Onunla konuştum vs. Orada benim algılarım birebir benim yaşadıklarım var. Meleğin Düşüşü 'nde de çok zor bir konuydu ama yine benim gözlemlerim kopmaz bir şekilde ilişkilendirilebilir. Yusuf karakteri de annemle olan ilişkime benzetilebilir. İzmir 'de doğdum, oraya gittiğim zaman oralarda yaşadıklarım, yüzleşmelerim benden bir şeyler...

1984 yılında İstanbul 'a geldiniz ve doğuya yöneliş başladı sizde..
Seyahat etmeyi ve görmeyi çok seviyorum. Merak eden merakları olan biriyim. Ama böyle bir yöneliş dışarıdan gelen bir şey değil. İçerden gelen bir durum. Taşranın bugünkü karmaşık yapısı, ilişkileri açıkçası beni çok ilgilendiriyor.
Çünkü toprağa dair değerler, hayata dair meseleler, geçmiş bir takım gelenekler, yaşam biçimleri bütün bunlar değişiyor... Mesela çelişkilerin kentte, kent hayatında olduğu düşünülür ama değil mesela ben Soma 'daydım, oradaki hayata baktım. Orada ki çatışmayı, çelişkiyi, madenleri gördüm, madenlerin doğanın ortasına nasıl atıklarını gördüm...
O anlamda biraz da anlatmak istediğim şeye göre gidip bakıyorum. Ne aradığımı bilerek yola çıkıyorum, önce kafamda kurguluyorum,açıkçası aradığım şeyi bulmaya çalışıyorum. Bir tür gerçeği bulmam gerekiyor. Bu durum oyuncularda da böyledir. Oyuncu oynadığı karakteri ruhen hissetmesi gerekiyor. Kişisel duruş ola-rakta yazdığım karaktere uygun insanlar bulmak istiyorum. Çünkü hayatında hiçbir şekilde taşra da yaşamamış, ya da bu tür tercihler yapmamış birisini oynatırsam sahici olmaz. Aynı dili konuşamayız. Ya da bir şey anlatamam. O yüzden de oyuncu seçimlerinde dikkat ediyorum. O hislere sahip olması gerekiyor. Yoksa çok yapay olur.

Yumurta'da Nejat İşler oynuyor. Nejat İşler ve filmdeki şair Yusuf örtüşüyor mu?
Evet örtüşüyor. Benim için popülerliğinin bir önemi yok. Mesela Yumurta'da Nejat İşler oynadı ama onu seçmemde çok özel nedenler vardı. Mesela onun bugününü ve dününü biliyorum. O karaktere ancak Nejat uyardı. Geçmişiyle yüzleşen biri olacaktı. Nejat 'n hayatı da öyle. O ruhu en iyi verecek kişi Nejat olabilir diye düşündüm ve zaten kafamda sadece o vardı. O da bir takım şeyler yaşamış, geriye doğru gittiğinde yüzleşeceği bir takım şeyleri var. Yoksa popüler olması falan beni ilgilendirmiyor.

Sinemadaki atağı ya da gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bana çok büyük gelişme ya da değişme olarak gelmiyor. Kuvvedi işler çıktığını söylemek çok zor. Yönetmen filmleri var. Onun dışında da güçlü şeyler yok. Pazar durumu var o pazarın da sömürüye varacak bir durumu var, televizyonu sinemaya taşıyorlar. Bu ne kadar sağlıklı olabilir ki. Biraz niyetle ilgili diye düşünüyorum.

Bir yönetmenin senaryosunu kendisi yazması şart mı?
Tercihler var açıkçası. Ama benim anladığım sinemada yönetmenin senaryosunu yazması elzem bir şey. Film bittikten sonra da yeniden senaryo yazılıyor. Senaryo kendi organik maddeniz haline gelmediği sürece orada rahat hareket etmeniz zor olur. Bir filmin yapılmasında önemli olan senaryo ama senaryo garip ve tehlikeli bir şey. Ben 15 kez yazdığımı biliyorum aynı senaryoyu. Hatta film bittikten sonra yeniden yazıyorum. Çünkü mekanlarda doğal şeylerle karşılaşıyorsun, onu da senaryoya dahil etmen gerekiyor vs. O yüzden de senaryoyu hep bozuyorum benim için ölü bir metin...

Uzun bir süre Radikal'de yazı yazdınız sonra bıraktınız...
Çünkü bir işe yoğunlaşmam gerekiyordu. Ben aynı anda bir çok iş yapmam. Konsantre olmam gerekiyor. Bir de etik gelmiyordu bana. Düşünsenize sinema yazıları yazıyorsunuz bir yandan da film çekiyorsunuz. Biraz tuhaflık vardı tabii.

Şairlik yönünüz var ama bunu çok da açığa çıkartmıyorsunuz....
Yazıyorum ama herhangi bir yerde yayımlanmış değil. Kitapsız şairim diyebiliriz... 1980'li yıllarda bir çok dergide yayımlanırdı. Varlık dergisi vs. Ama şimdi yapmıyorum. Kendimce yazıyorum.

Film gösterime girmedi ama yeni bir proje hazırlığınız var mı?
3-4 yıldır üzerinde uğraşıyorum, 'Türklerin Ruhu.' Toplumsal paranoya, her şeyde komplo teorileri aramak ve Türkiye 'nin satıldığını düşünenleri vs konu ettim... İşte tam da bu kafa yapısı üzerine hikaye yazdım. O yazdığım şeyi her geçen gün gazetelerde çeteleri gördükçe nasılda doğru bir iş yapmışım diyorum. Çok zaman geçmeden de yapmak istiyorum. Ama bu işe giriştiğim için orayı bırakamıyorum. Bizdeki oluşumların dini bir durumu da var. Onu da işin içine kattım. Son noktayı koyamadığım için yapamıyorum. Açıkçası olanak olsa da yapabilsem diyorum. Şu anda çok kolay gözükmüyor

Copyright Kaplan Film Production © 2009