11.11.2007
Hayatımızın merkezinde ailemizle kurduğumuz ilişkiler yatıyor
Olkan Özyurt – Zaman
'Herkes Kendi Evinde' ve 'Meleğin Düşüşü'nden sonra Semih Kaplanoğlu, 'Yusuf üçlemesinin ilk halkası olan 'Yumurta' ile cuma günü seyirci karşısına çıktı. Prömiyeri Cannes'da yapılan, Antalya Film Festivali'nde En İyi Film seçilen 'Yumurta', Kaplanoğlu'nun da en iyi filmi. Annesinin ölümü üzerine büyüdüğü kasabaya dönen bir şairin yaşadıklarını anlatıyor. Ama anlattıklan bizi epey bir ilgilendiriyor. Çünkü ister zamansal isterse mekansal olsun film bizim de kendi taşramıza bakmamıza bir vesile oluyor. Nejat İşler, Saadet Işıl Aksoy, Tülin Özen, Gülçin Santırcıoğlu, Kaan Karabacak ve Ufuk Bayraktar'ın rol aldığı film, açıkçası Nuri Bilge Ceylan ve Zeki Demirkubuz'un açtığı bağımsız yoldan ilerleyen Semih Kaplanoğlu'nun özgün bir sinemacı olduğunu ve kendi sinemasım oluşturduğunu gösteriyor. Filmle ilgili söylenecek çok söz var ama lafı yönetmen Semih Kaplanoğlu'na bırakmak daha doğru geliyor bize.
'Yumurta', 'Yusuf üçlemesinin ilk filmi. Isterseniz bu üçleme serüveni nasıl ortaya çıktı,
oradan başlayalım.
Benim 'Aydınlık Gün' diye bir projem vardı. Taşradaki bir şair üzerine. Ben bunu yıllar önce
yazmıştım fakat unutmuştum. Sonra tekrar elime aldığım zaman, beğendim projeyi. O
şairin o anını, öncesini ve çocukiuk yıllarını görmek istedim. Üçleme fikri böyle çıktı.
'Yumurta'da şair Yusuf'un bugünkü halini izliyoruz. Annesini kaybediyor. Kendi taşrasına
geri dönüyor. Taşra ne ifade ediyor size?
Biz göçebe bir yaşam sörüyoruz aslında. Herkes doğduğu büyüdügü yerden uzakta yaşıyor
genelde. İnsanlar yaşadığı yere de yabancılaşmış durumda. Oraya bir türlü ait olamadığını
hissediyor. Diğer taraftan da geldiği yere döndüğünde oranın zamanını kaçırma sorunu yaşıyor.
Ben bu meseleye biraz zaman odaklı bakmak istedim. Bir insan annesinin ölümüyle evine,
taşrasına döndüğünde o ev o kasaba ne ifade eder, kendisi kendisi için ne ifade eder?
Bu sorulan sordum.
Filminizde anne ölse bile bir ana-oğul ilişkisi var. Bir önceki filminiz 'Meleğin Dü-
şüşü'nde de 'baba-kız' ilişkisi vardı.
Hayatımızdaki temel noktaların aileyle ilgili olduğunu düşünüyorum. Ailedeki meselelerin,
çocuklar ve ebeveynler arasındaki ilişkilerin aslında hayatımızın merkezinde durdugunu,
yaşarken bunu unuttuğumuzu düşünüyorum. Mutluluklann ve sorunların altında o özet ilişkiler
yatıyor bana göre. Bunun için aile, bundan sonraki çalışmalarımda da önemli ölçüde
üzerinde duracağım bir nokta gibi geliyor.
'Yumurta' minimal bir sinema örneği. İlk filminiz 'Herkes Kendi Evinde' öykü
sinemasının bir örneğiydi. Neden anlatımınızda böyle bir farklılaşmaya gittiniz?
Aslında 'Herkes Kendi Evinde' ne istedigimi de anlamamı sağladı. 'Melegin Düşüşü' benim
için bir tür manifestodur. Minimal olmak, az ekiple çalışmak, doğal ışık kullanmak,
oyuncularla çalışma prensibi, montajdaki çalışma biçimi, hildiye sinemasından
uzaklaşmak gibi. .. Hani benim adını koymadıgım fakat bir filmi nasıl yapmak istediğim
konusunda netleştiğim bir filmdi 'Meleğin Düşüşü'.
Sinemanın hammaddesinin zaman olduğuna inanıyorsunuz. Bunu biraz açabilir miyiz?
Montaj yaparken üç saniyeden, 30 dakikadan, 20 kareden bahsederiz biz. Eğer
onların içindeki görüntüleri saymazsak, birtakım şeritler var elimizde ve bu şeritlerin
ölçüm birimi zaman. İşin bir bu boyutu var. Öte yandan bizim kendi gündelik hayatımızın
zamanı var. Bu zamanın içerisinde doğup büyüyoruz, bu zaman içerisinde
kendi yaşamımızı da bir şekilde örgütlüyoruz. Zaman duygusunu en kuvvetli hissetmemize de ölüm ve gece gündüz neden oluyor. Biz de sinemada aslında kendi elimizle bir zaman üretiyoruz. Her şeyi de o zaman boyutunda anlatmaya çalışıyoruz. Ben de sinemanın sesten, görüntüden daha çok zaman boyutunu önemsiyorum.
'Oyuncu keşfeden yönetmen'e çıktı adınız. 'Meleğin Düşüşü'nde Tülin Özen
'Yumurta'da Saadet Işıl Aksoy. Nedir bu işin asıl astarı?
Oyunculukta birtakım klişelere, teknikIere, yöntemlere inanmıyorum. Ben yazılan
karakterle onu canlandıracak olan insanın bir ilişki kurması gerektiğine inanıyorum.
O ilişkiyi kurabiliyorsa oyuncu ve o ilişki üzerinde biz bir şey bulmaya başlıyorsak
çalışmaya devam ediyoruz. Nejat ve Saadet'le o ilişkiyi iyi bulduk. Senaryo
yazılırken oturup konuşmaya başladık. Yazdığım karakteri konuştuklarımız ölçüsünde
şekillendirdim. Yoksa 'senaryoyu yazdık kim oynasın?' olayına girmiyorum.
Oyuncuların kendi hikayeleri, zevkleri, yaşam biçimlerinden yararlanıyorum. Çünkü bu
yöntem bana yazılan karakterin derinliğini ortaya çıkarmamızı sağlıyor. Oyuncuya da şöyle
bir avantaj saglıyor bu: Oyuncu hiç tanımadığı bir insanı canlandırmak için uğraşmıyor.
O karakteri kendi içinde aramaya başlıyor.
|