11/2007
YA TAŞRAMIZ DA ÇORAKLAŞIRSA!
Olkan Özyurt /Empire
ÖYKÜ: Annesinin ölümü üzerine doğup büyüdüğü kasabaya dönmek sorunda kalan bir şairin yaşadıkları…
'Meleğin Düşüşü'nde, bir kadın üzerinden bireysel uyanışı resmediyordu Semih Kaplanoğlu. 'Yumurta'da bu uyanış sonrası başlayan kişisel özgürlük mücadelesinin upuzun bir yolculuk olduğunu anlatıyor, yolculuğun ortalarında yorulmuş ve havlu atmış şair Yusuf'la.
Uzun yolculuklar yorucudur, bazen neden o yolculuğa çıktını bile unutuverir insan. O zaman dönüp en başa bakmak gerek, yola devam etmek için. Aslında Yusuf'un öyle bir derdi yok. Ama vakti zamanında kendini özgürleştirmek için terk ettiği kasabasına, annesinin ölüm haberini alınca kısa süreliğine geri dönmek zorunda kalıyor.
Kaplanoğlu'nun filmde resmettiği taşra, yaşamakta ve nefes almakta zorlandığımız kentle kıyasladığımız zaman bize sıcak ve samimi geliyor. Ama onun altını da kazıyor yönetmen. O zaman Yusuf'u gitmeye iten nedenleri, yani taşra hayatının sarmalayıcı tarafını görüyoruz. Yusuf gittiği için pişman değil, lakin yorgun. Belki de yenilmiş. Ama bunu kendine itiraf edemiyor. Annesinin ölümünü içselleştirmesi, çıktığı özgürlük mücadelesinin yarım kalmışlığını yüzüne çarpıyor.
Ölümün her şeyi sorgulatan bir tarafı var. Ama, annenin ölümü daha da derinleştiriyor bu sorgulatmayı. Bir oğul için her daim gidilebilecek, hem de davetsizce, en önemli sığınak yok oluyor. Tam da o an yalnız kalıyor insan. Üstelik insanın zihnindeki 'taşrası' da çoraklaşıyor. Yusuf üzerinden bize geçen bu duygu, kolay hazmedilecek bir lokma değil açıkçası. Üstelik filmin özgürlük mücadelesinde yolun neresinde kaldığımızı düşündürmesi iyice ağırlaştırıyor yükümüzü. Ama 'Yumurta' bu ağır yükü bize çok rahat bir şekilde teslim edebildiği için iyi bir film zaten.
Malum Kaplanoğlu 'Meleğin Düşüşü'nde farklı bir kulvara sapmıştı anlatım tarzı olarak. Öykünün öne çıktığı bir sinema anlayışını terk edip, daha minimal bir anlatımı tercih edeceğinin işaretlerini vermişti. İşte 'Yumurta' bu işaretlerin olgunlaşıp vücut bulduğu bir film. Milimetrik hesaplarla örülmüş bir senaryoyu var karşımızda. Bu senaryonun üzerine inşa edilen görsel atmosfer karşısında şapka çıkartılır doğrusu. Nejat İşler, ilk defa iyilik kötülük arasında bocalamayan bir karakteri oynuyor. Yusuf'un değişimini, oldukça sade bir şekilde gösteriyor bize. Keza rol arkadaşı Saadet Işıl Aksoy da daha ilk filminde zor rollerin oyuncusu olacağını gösteriyor.
Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan ve Reha Erdem'in sinemamız için bir yol açtığı kesin. Bir sinemacı için bu yola sapmak bir tercih. Ama asıl zor olan bu yolda özgün bir sinema dili yaratarak ilerlemek. İşte Semih Kaplanoğlu 'Yumurta'da tam da bunu yapıyor. Bu sezonun en iyi Türk filmlerinden biri olan ve ileride çok daha iyi işlere imza atacağını düşündüğümüz bir yönetmeni keşfetmek için de iyi bir fırsat!
|